1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. HASTANE KOKUSU 2

HASTANE KOKUSU 2

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

HASTANE KOKUSU 2

Şimdi unutmalara kaldık onu da yapabilsek keşke…

Bir illeri on geri her gün bir adım daha illeri ta ki farkı kapayıncaya kadar.

Sonra bir zaman gelecek geriye dönüp bakmayacağız bile. Baksak ta acıtmayacak zaten eskisi gibi, çünkü onu uzaklara koymuş olacağız.

Zaman irdeliyor her şeyi; çekip çeviriyor geleceği, geçmişi yırtarak.

Hastanedeyim gene 5. Kat doğumhane servisinin bulunduğu alanda bebekle sesleri ile inerken ortalık, ön taraftaki asansör bozuk olduğu için arka taraftaki asansörü kullanıyorum aşağı indim asansörün kapısı açılır açılmaz çığlık sesleriyle beraber yöresel kıyafetler giyinmiş bir kadın kalabalığı karşılıyor beni. Bir anda beklenmeyen bir durumun şaşkınlığı içerisindeyken asansör kabininden ayrılır ayrılmaz gözlerim sol tarafıma çığlıkların olduğu yere yöneldi.

MORG! Evet morgun kapısında duruyordum. Daha önce yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama bir anda içime düşen belirsiz bir ürperti ve utançla dona kaldım önce, sanırım bu yüzüme de yansıdı. Aslında bu olağan hal dışında kendimi bilerek te toparlamıştım, çünkü yüzümde bir mutluluk ifadesi de olabilirdi o an nasıl bir ruh halindeydim hatırlamıyorum. ve ben o insanlar o an üzgünken kendimi öyle bir halde göstermeye utanmıştım. Kendime geldikten sonra hızla ayrılmıştım oradan. İçimdeki o saçma meraka da kızmıyor değildim hani. ( kim ölmüştü? Kimin nesi ölmüştü? Nasıl ölmüştü? Ölen çocuk muydu yoksa genç, yaşlı? ) ama bunu kime sorabilirdim ki kendime kızarak dışarı çıktım. Dışarıda da bir erkek kalabalığı.. Belli ki yalnızca kadınlar vedalaşmaya gitmişti. Yalan olmasın şimdi sadece gözyaşlarını silerken hızlıca morg tarafından ayrılan kırklı yaşlarda bir adam çarpmıştı gözüme bir de o vardı tabi vedalaşma ihtiyacı duyan.

Kalabalığı izlerken düşünmemek elde değildi ÖLÜM-YAŞAM ikisi de o kadar basitken nasıl o kadar anlamalı olabiliyordu.

Saat 11:40’ı gösteriyordu hastane odasında sürekli sıkıldığım için arada inip biraz nefes almak iyi geliyordu. Tekrardan aşağı indim acilin arka kapısını kullandım bu sefer. Tam o esnada bir erkek ile bir kadın arabadan iner inmez acilin arka kapısından içeri doğru girerken, konuşuyorlardı aynı zamanda. Adam kadına tamam sakin ol etrafı velveleye verme diyordu. Aslında kadın sakindi ağlamıyordu da üzgün falanda değildi çok. Onlar geçerken gözlerim kadının elindeki bim poşetine takıldı içinde beyaz bir bez parçası olduğu o kadar belliydi ki ürperdim resmen, bir iki saat önce şahit olduğum MORG olayını hafifletecek kadar ürpertici.

Belli ki ölen bir bebekti o yüzden o kadar üzgün değillerdi. Ve o minnacık canın ilk ve son kıyafetleri bir bim poşetinde taşınıyordu. ACI!

Aslında başka bir poşette taşınsaydı da belki bir anlamı olmayacaktı ama ne bilim işte bu kadarda anlamsız olmamalıydı.

İçeriye girdim birde baktım ki onlarda asansörü bekliyor. Konuşurlarken duydum. Doğruydu. Ölen yeni doğmuş bir bebekti!

Yani sadece paylaşımlar mıydı insanı anlamlı kılan? Ve o can bir solukla dünyaya hiçbir şey bırakmamıştı kimseye anlaşılan. Onlar o bebeğin nesi oluyordu bilmiyorum ama o bebeğin Annesi dokuz ay bağ kurduğu o parçasını kaybetmişti. Ve o bebek sadece Annesi ile bir şeyler paylaşmıştı o yüzden üzülende sadece oydu herhalde.

Hastane işte

Hastane kelimesi her zaman müthiş bir zıtlığın tanımıyla anlamlandırıyor kendini.