Toplumsal Hafızamız Nerede?
Her canlının kendine özgü hafızası olduğu gibi her milletin ve her devletin de çok yönlü hafızası vardır. İnsan hafızasıyla yaşar. Hafızası olmayan geçmişini bilemez. Geçmişini bilmeyen milletler geleceğine yön veremez. Zira tarihi diri tutan ve yeniden inşa eden hafızadır. Tarih, varlığını hafızaya borçludur.
Hafıza, geçmişi gelecek ile eleyip arındırdığı zaman önem arzeder. Geçmişte yapılan iyi tecrübeleri besleyerek devamını, yanlışlardan ibret alarak tekrar edilmemesi ile anlam kazanır veya geçmişteki tecrübeler gelecekle birleştiği zaman değer kazanır. Aksi halde fuzuli esatirel bilgi olarak hafızamızda yer işgal etmiş olur.
Günümüzde cereyan eden olay ve hadiselere baktığımızda tarihten ders çıkarmanın ne denli önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Yarım asra yakın bir zamandır cağrafyamızda peş peşe yaşanan menfi gelişmeler geçmişteki olaylar ile nüans farkı dışında genelde şablonel olarak bire bir örtüşmektedir. Afganistan ile başlayan, Irak, Suriye, Libya, Mısır,Yemen ve ta Venezüellaya kadar sıçrayan dış güdümlü iç savaşların faktörel sebepleri aynı olduğuna şahit oluyoruz. Coğrafya aynı, işgal girişimi ve işgalcılar aynı, pılanlar aynı, Milletleri kandırıp iğfal etme teknikleri aynı, emperyal güçlere yardım ve yataklık yapan yerli işbirlikçi mikserlerin isim ve inançları değişik olsada öğütme teknikleri aynıdır.
Dünyanın ta öbür ucundan gelerek yanı başımızdaki kardeş ülkeleri işgal edip arkalarında bıraktıkları dramlar daha kanlı canlı dururken, domino etkisi ile devletlerin bir birinden etkilenmelerine karşı koyacak toplumsal hafıza ve bilinç maalesef devre dışı edilmiş. Durum ortada iken hala emperyal güçlere maşa olup alan açmaya çalışan yerli işbirlikçi oluşumların varlığı toplumsal hafıza ile izahı mümkün değildir. Bu sürece bakarak İtiraf etmeliyim ki milletçe geçmiş ile gelecek arasındaki tarihi bağları kurarak ders çıkarmakta pek mahir olmadığımız aşikardır.
Arşivsel geçmişimizin hayli zengin olduğunu bildiğimiz halde her nedense hafızalarımız silik, bakışlarımız fılu, değerlerimiz karma karışık, idol ve iddiallerimiz ters yüz edilmiş vaziyette. Kuruluş felsefeleri marksizm özerine inşa edilen örgütlerin geldiği nokta, sözde baş düşman olarak belledikleri, kapitalist, emperyalist, sümürgeci Amerika ve avaneleri ile aynı safta iş tutmaktadırlar. Kendilerine dini değerleri referans gösteren ürgüt, parti ve bir çok STK nın, hırs, makam ve menfaat için çağımızın modern şeytanları ile aynı tezgahı dokuduklarına şahit oluyoruz. Gerek etnik ve gerekse dini referans ile faliyet gösteren çoğu radikal örgütlerin ilginç tarafı müslümanlardan başka kimseye zarar vermemeleri koca bir soru işaretini beraberinde getirmektedir. Taban tabana zıt olan düşünceleri aynı çatı altında birleştiren sebep ne olabilir ki? Hangi insani, milli, dini, etik değer ve kurallardan referans alıyorlar acaba? Daha ilginç olanı ise yedikleri bunca halta rağmen çok doğal bir şey yapıyorlarmış gibi hala halktan taban buluyor olmalarıdır.
Komşu ülkelerdeki milyonlarca masum insanın ölümüne ve yine milyonlarca ailenin çil yavrusu gibi dağılıp vatanları, namusları ayaklar altında çiğnenmesinden kurtulmak için çıktıkları umut yolculuğu sırasında boğulup sahillere vuran cesetleri ortada iken hala Amerika’nın hippi ve pena conilerinden medet ummak hangi akla, hangi izana, hangi feraset ve insani değerlerle bağdaştığını anlamak mümkün değildir.
Toplumsal hafızayı nazarı itibara almadan hareket etmek topluma hayli pahalıya mal olmuş durumdadır. Siyasi ve etnik sorunların belli aralıklarla nüks etme sebeplerine baktığımızda genelde ülke gidişatının hayra doğru evrildiği döneme denk gelmesi hayli ilginç ve düşündürücü değilmidir? Bu da bize toplumu etkilemeye çalışan çoğu legal ve illegal oluşumların derdi halkı huzura, refaha çıkarmaktan ziyade kaosa sürüklemek olduğunu göstermektedir. Dolayısıyle ders almayanlar için tarih tekerrürden ibarettir. Ünlü Alman filozofu Von Goethe’nin “üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır” sözü durumumuzun vehametini gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak boş hayallerle yöre halkını etnik ve dini argümanlarla galeyana getirmek ve ikide bir, ha gayret deyip ama bir arpa boyu kadar yol almadan her seferinde hüsran ile biten ataklara rağmen hiç bir şey olmamış gibi yeni hevesler peşinde olmak başta tarih bilincine terst olduğu gibi toplumu deneme yanılma laboratuvarı olarak kullanmaktan başka bir şey değildir. Defalarca halktan alınan toplumsal krediyi toplumun aleyhine kullanmak ortada iken yeni kredi arayışları peşinde olmak bu milletin aklı ile alay etmektir. Daha çok bölgemizde ateşin düşmediği, feryadu fiğanın yükselmediği ve tabutun çıkmadığı neredeyse hane kalmazken özeleştiri yaparak milletten “yeni kredi isteme yerine” üzür dileme zamanının çoktan gelip geçtiğine inanıyorum. Tüm yaşanmış illegal tedhişlere rağmen mevcut sürece objektif olarak bakınca, halkın kahir ekseriyetinin eğilimi legal demokratik çoğulcu siyasetten yana olduğunu görmekteyiz. Aksi halde cephelere sürülmek üzere verilecek kurbanlık kuzuların olmadığını ve mahşeri vicdanın da EDİ BESE “artık yeter” dediğini çok net olarak duymaktayız. Vesselam…
M. Said EKİNCİ