Hrant*
*Tuba Çandar‘ın Hrant Dink‘i anlattığı kitabının adı.
Başına ”Bay” ya da sonuna ”Bey” koymadan sadece ”Hrant” diye yazmış.
Belkide çok gerekmediğinde resmiyeti pek benimsemediğimdendir, çok hoşuma gitmişti kitabı ilk gördüğümde. Samimiyetin ifadesi gibi geliyor bana. Tıpkı Can Dündar‘ın ”Mustafa”sı gibi.
***
”Hrant” televizyonda konuşurken ellerini ve parmaklarını çok kullanırdı.
Derdini, dinleyene çok iyi anlatabilmek için konuştuklarının yetersiz olduğunu sananların başvurduğu bir yöntemdir bu. Ya yanlış anlaşıldığı için hareketleriyle de konuşur, ya da yanlış anlaşılmaktan korktuğu için.
Yetmez, anlamaz sanırsın ve normal iletişimin yanı sıra vücut dilini de kullanırsın… sesinin yanında kafanla, gözlerinle, yüzündeki kıvrımlarla, dişlerinle, parmaklarınla anlatırsın, bir gayret içinde olursun hep… bazen oda yetmez ayağa kalkarsın… (öfkeli olanlar masaya yumruğunu vurur, ama onlar daha çok istediğini dikte etmeye çalışanlardır.)
Onu hep böyle gördüm konuşurken ve şu tespitte bulundum: ”doğru söylüyor, ama ona inanmıyorlar…”
***
Hep gitmek istedim. Oraya, Halaskargazi’ye, Agos’a.
Üstelik On Dokuz Ocak’tan önce çok istedim.
Çünkü o günlerde daha sık görmeye başlamıştım ”Hrant”ı. Bütün vücudunu kullanarak konuşuyordu yine. Son mahkeme çıkışında olaylar olmuştu.
Manzara Orhan Pamuk‘unkiyle aynıydı.
O günlerdi, hep gitmek istedim… bu bir görev gibi geliyordu bana, kaza yapan bir tanıdığa geçmiş olsun ziyareti gitme sorumluluğunu hissediyordum üstümde.
Gidersem görüşmek için ne diyeceğimi düşündüm. ”Sizi televizyonda çok izliyorum, sempati duyuyorum, durumunuzdan dolayı empati yaptım, ben size inanıyorum ve hiç tanımadığım halde bir çayınızı içmeye geldim” bir an saçma geldi, vazgeçtim.
Beni en çok da ”Güvercin” yazısı engelledi gitmemem için. Tedirdin olduğunu açıkca ifade etmişti yazısında, kaç kere okudum hatırlamıyorum.
İstanbul’un belirli meydanlarında insan kalabalığı kadar güvercinler vardır yere konup sık sık havalanan, küçücük çocuklar ebeveynlerinin kucağından yere bırakıldığında kuşları sevmek için hamle yaparlar sürekli. Ama güvercinler çocukların hamlesini tehlike olarak görüp havalanırlar.
Bu manzara beynimde canlandığında ürkek ve tedirgin bir ”Güvercin”in üstüne gitmeyi doğru bulmadım. En azından doğru zamanı bekleyecektim.
Bu doğru zaman malesef gelmedi.
Böylece hayatımdaki ”keşke”lere bir yenisini eklemiş oldum.
Nasıl ki ben onu hiç tanımadan sevmişsem eminim bende konuşmaya başladığımda aynı ilgiyi onda bulacaktım.
O yüzden keşke gidip onunla konuşsaydım, onu daha yakından tanısaydım diye çok hayıflanıyorum.
Tıpkı dört senedir Rakel Dink’i ziyaret etmek isteyip, ziyaretine gitmediğim gibi.
Ahmet Sevinç
21.01.2011