MEHTABİYAT / MEHTAP TUMRİK
HUZURA GEL(DİM)
En sevdiğim zaman;
Ramazan…
Alelacele geldi ve gidiyor.
Kısa bir alış veriş anı yaşattı yine;
Huzur, mağfiret verdi, gönüllerin pasını, yasını, ağırlığını aldı,
İç ve dış yıkama yağlama yapıldı yine ve ruhları ve bedenleri pür-ü pak etti.
Geçen yıl, ikinci haftasında serumla açtığım iftara inat, bu yıl dirayetle tamamlamak üzereyim çok şükür. Normalde de içmeyi unuttuğum su, geçen yıl oruçla birlikte çorak toprağın isyanı gibi acillik yapmıştı. Bu vahim durum bu yıl yaşanmasın diye sağlam stok yaptım laf aramızda…
Her yıl olduğu üzere, bu yıl da cami maceralarım olmadı değil.
Geçen yılki ahiretliklerimden sadece biri ilişti gözüme ne yazık ki. Her yıl olduğu gibi yine en önce ve en önde o vardı. Tek farkı; geçen yıllarda kollarına taktığı o tuhaf uzun, kamuflaj amaçlı tüllerin olmayışıydı. Yine ben gelmeden önce başladığı namaz kılma hali, yatsı ezanı okununcaya dek devam etti. Bu kadar erken gelen ve muhtemelen gün içinde de namaz kılan bir hatun, hangi açığı kapatmak adına bu kadar namaz kılar diye düşünmekten kendimi alamıyor, bir gün sabit yakalarsam, usulca bunu sormayı düşünüyorum…
Onun dışında; her yıl kadınlar matinesine dönüşüp, imam efendi tarafından defalarca uyarılan o çirkin uğultu ve görüntünün olmayışı da sevindirici bir gelişmeydi bu yıl. (Gelen hatun sayısının az olması da etkili olabilir bu işte)
Gelelim bana;
Çok sık gidemesem de yine evimden sonra en huzur bulduğum yere, evime beş dakikalık mesafedeki geniş, ferah ve serin camime fırsat buldukça gittim.
Evimdeki en uzun ve tek mavi eteğim,
Kısa kollu bir bluzun üzerine giyindiğim, normalde kolları düğmelerle kısa hale getirilen yeşil ve kapüşonu payetli, haki renkli tuniğim,
Çeyizimde yer alan, boncukla işlenmiş ve sadece başım ağrıdığında kafamı sıkıca bağlamak için kullandığım tülbendimle iç bandana yapıp, üzerine uçları püsküllü şal başörtüm,
Ayağımda babet çorabım
Ve yine üstü payet işlemeli babetimle,
Boynuma taktığım, annemden araklanmış, üzerinde Arapça ‘Allah ve Muhammed’ yazılı tek tespihimle hazırım yine.
Elbette hafif ama hoş kokulu bir parfüm, sürme niyetine hafif eyeliner ve belli belirsiz bir maskara. Hani ninelerle camide eller ve gözler kenetlenerek yapılan salâvatlı selamlaşmada bana bakarken ürkmesinler diye düşünülmüş bir hazırlık bu sadece…
Akşam namazını iftardan sonra evde eda edip, düşüyorum yola. Geçen yıl, kardeşimin köpeği de kendisi de tanımamış beni, hatta dilenci sanmıştı!. O yüzden, bu yıl usulca geçiyorum önlerinden…
Yalnız ilginçtir, giyindiğin giysiye göre tavrın ve ruh halin değişiyor:
İki yıl önce dizi deneyimimde, komiser bir hatunu canlandırıyordum ve üzerimdeki tabanca ve postallarımla Lara Croft gibi hissederken, tesettürlü halimle de yürüyüşüm, jest ve mimiklerim de değişiyor, bu kez de Hz.Rabia gibi hissediyordum…
Sonunda camiye geliyorum. Pabuçlarımı dışarıda çıkarıp, elimle içerideki rafa koyup, yeşil halıyla kaplı merdivenlerle kadınlar için ayrılan cami yan girişli hatunlar bölümüne çıkıyorum. ‘Camiye çorapla geliniz lütfen’ yazısıyla, eğilip babet çoraplarımı bir kez daha teyit ediyor, geçen yılların tersine bu yıl, duvar kenarına ilişiyorum. Bu kadrolu hatun yine ön safha geçip, bilmem kaçıncı rekâtta…
Ben sırtımı duvara verip, boynumdaki tespihi çıkararak çekmeye başlıyorum. Konsantre olmak adına, başımı da öne eğerek, gözlerimi yumuyorum. Tam trans halindeyim… Huzur yavaş yavaş enjekte oluyor ruhuma. Evet, tam göstergelerim ‘huzur loading’ yazıyor ki, öteden bir teyze, paytak paytak elindeki naylon tabureyle yanımdaki hatuna doğru homurdanarak geliyor. ‘Bu senin tabure, (s)endeki de benim. Yanına gırmızı bez bağladıydım. Bundaki kayfe rengi. Vir baken.’
Huzur yükleme error veriyor bende bu arada!..
Kiminiz bilmez muhtemelen: Yaşlı hatunlar ve dizlerinde sorun olanlar, taburelerle namaz kılıyorlar ve hepsi kendince barkotlamış tabureleri. Yanlarına bağladıkları bezlerle, tapulamışlar adeta. Sıkıysa biri alsın. Hani nerdeyse üzerine ‘Bunu alan bir olsun, iki gözü kör olsun’ yazacak kadar gözleri kara bu mevzuda…
Tam tabure krizi bitti diyorum ve yeniden niyet ediyorum huzura, yandaki teyze dürtüyor.
‘Şşşt… Boyum yetmiyor, baksana hele şu tavan aspiratörü kaçta çalışıyor. Hele onun ayarını bire getirsene…’
Kalkıp, duvardaki ayar yerinden bire getiriyorum…
Yeniden cenin moduna geçiyorum usulca.
Bu sefer, başka bir teyze dürtüp, selamlaşmak için ellerini uzatıyor. Tebessümle elleri elimde, gözlerinin içine bakarak salâvatla selamlaşıyoruz. Acemiyken, teyzenin birinin gözlerine bakmamıştım ve zılgıtı yemiştim. Meğer bu ritüele göre, göz göze geldiğin kişiyi ahirette tanırmışsın. Bu nedenle de selamlaşırken bakmak gerekirmiş.
Yine ezandan önce kendimle baş başa kalayım diye ümitlenirken, yandaki teyzenin tespihini kamçı gibi koluma şaklatmasıyla irkiliyorum.
‘Tövbe Yarabbi!’ bakışlarıyla teyzeye bakıyorum. Bizimki sanki beni evlat edinmiş gibi emrediyor. ‘Ay üşüdüm! Sıfıra getir hele şu ayarı…’
Sabırla tespihi çekiyorum ve bizim teyze inatla benden vazgeçmiyor : ‘Baksana!..Tespih mi çekiyorsun?’
‘La havle çekiyorum daha ziyade’ diyecek gibi oluyorum, camide olduğumu anımsayıp, mülayimce yanıtlıyorum :‘Evet’
Teyze kararlı, vazgeçmiyor. Belli ki amcayı da evde bezdirmiş ve adam camiye gidince huzur buluyor…
Sorgu faslı bitmiyor :‘Ne tespihi? Kırk dört bin Allah tespihi mi? Ben Kadıköy cemiyetindenim. Bir gün sabahtan akşama televizyonu, interneti, telefonu kapatıp çekeyim dedim, anca yirmi bin çektim. Sen böyle seri çekince dedim acaba sen de o tespihden mi çekiyorsun ve hepsini tamamladın mı?’
Hangi suale yanıt vereyim diye cebelleşirken, kısaca ‘Hayır, normal tespihleri çekiyorum’ diye sıyrılıyorum. Tabi huzura erme hayal ve çabamda bu son müdahaleyle uçup gidiyor. Boynuma asıyorum sabır tespihimi ve teyzenin yeni emirlerini bekliyorum.
Oh be! İmam yetişiyor imdadıma ve yatsı ezanı okunuyor bu arada…
Huzur havada buhar olmadan onu gönlümle,
Gözlerimi secdeyle,
Sözlerimi de sevgiyle KAPIYORUM…