Biblo Hayat Üçlemesi
Ramazan Bilen
Yazar Metin AYDIN, yaklaşık 20 yıllık bir dönemin farklı zamanlarında yazdığı “Biblo Hayat-Bistüri ve Kiler” denemelerini bir üçleme olarak yeniden derleyip birleştirerek uzun erimli bir çalışmanın sonucunda edebiyat okuyucularına sundu.
Aydın bir kişiliğin nasıl oluşup biçimlendiğini, hem sosyopolitik ve kültürel olarak yaşanan, kimi zaman da travmatik sonuçlara varan toplumsal değişim ve dönüşümlerin merkezinde hem de kendi sosyopsikolojik ve düşünsel zemininde gözlemlemiştir.
Yazılarını yaşayarak ve yargılayarak kaleme alıp kendini oluştururken, yazın dünyasına kaliteli eserler sunan yazar Aydın’ın, aynı zamanda iddiasında olduğu “entelektüelliğin” kalıplarını da sorgulayan bir yaklaşım içinde olduğunu görebiliyoruz.
İlkler, hele ki ilk gençlik yıllarında hevesle yaşanan ilklerin etkisi ve izi kimi zaman ömür boyu sürer. Yazar ilk gençlik yıllarında, okuduğu kitap ve gazetelerin etkisiyle okur-yazarlığa heveslenen ve “ilk aşk” tadında yazarlığı-gazeteciliği yaşamının merkezine oturtan bir profil olarak da karşımıza çıkmaktadır. Gerek gazetecilik girişimlerinde, gerekse yazı denemelerinde güncel Türkçenin dışında kalmış çoğunlukla daha eski kuşaklara ait sözcük seçiminin bu konuda okuyucuya bir ipucu verdiğinin yanı sıra, kullandığı dilden ne ölçüde zengin bir sözcük dağarcığına sahip olduğu da görülebilir.
Yazarın algısında, yüksek düzeyde değer verdiği gazeteci ve gazetecilik olgusu, nasıl ki yaşamın olağan akışı içinde yaşayıp deneyimlediği temaslar sonucu yaldızları dökülüp gerçeğiyle karşı kaşıya kalması bir olgunlaşma ve yetkinleşmeye evriliyorsa, aynı şekilde ilk başlarda kullandığı eski türkçe ağırlıklı yazıları da zamanla daha güncel ve kıvrak bir akıcılık kazanabilmiştir.
Gençliğin doğası gereği, yüksek bir duygu yoğunluğu ile içselleştirdiği gazetecilik ve yazarlık ideali, doğal olarak yazarı toplumsal arızaları dert edinen bir duygu ve düşünce yapısına sürüklemiş, çağdaş bir aydın olma sularına itmiştir. Bunun etkisiyle, öncelikle hayal kırıklığı yaşadığı alanlara ve ilgili aktörlerine yönelik eleştirilerini sakınmamaktadır.
Genel olarak toplumsal sorunları dert edinmişliğin dürtüsüyle gördüğü arızalı ve sorunlu durumlarda kime-kimlere olursa olsun, eleştirilerinde bir sakınma-çekince kaygısı taşımadığını görebiliyoruz.
Aydın olmanın prensiplerinde olan bu eleştirel yaklaşım ve yazım tarzını değerli ve güçlü kılan önemli bir nokta da, hiçbir politik angajmanın etkisi olmadan, tamamen kendi iç dünyasından, penceresinden çıkıyor olmasıdır. Eleştiri, yargı ve değerlendirmelerini kendini merkeze alarak, özel yaşam alanında dile getirmesi gibi görünse de, aslında kendi özeli bağlamında en ciddi toplumsal sorun ve arızalara parmak basmaktadır. Sivil ve kamusal yapıların arıza ve yetersizliklerine veryansın ederken bunu aydın bir yaklaşımla eleştirmesi değerlidir. Özellikle yaşadığımız coğrafyadaki iniş çıkışlı ve genellikle kaotik toplumsal yaşamda, hiçbir kişisel beklentisi olmadan, aynı zamanda kendini de toplumsal ve kültürel gerçekliği içinde hissetmesini ve tanımlamasını örnek bir aydın duruşu olarak değerlendirdiğimi belirtmek istiyorum. Anı, kurgu, eleştiri ve anlatı şeklinde yazılan kısa metinler küçük pınarlar gibi kendi mecralarında akıp birleşerek güçlü bir akarsuya dönüşme potansiyelini taşımaktadır. Kitapların, yazınsal özelliğinden ziyade, parçası olduğumuz toplumun, ortalama yirmi yıllık bir sürecine ayna tutar bir kalitede olması onlara ayrı bir değer katmakta. Bu anlatıların yaşandığı süreç sosyo-politik, ekonomik ve psikolojik olarak yaşamın her alanında “en” lerin yaşandığı “olağan”üstü bir özelliktedir. Yazarın, tabiri caiz ise, her anlatışında bu “en” lerden birine parmak bastığını okuyoruz. Geniş bir perspektiften bakıldığında, dönemsel olarak toplumun politik, kültürel ve psikolojik bir haritasını resmettiği söylenebilir.
Aydın olmanın gereklerinden biri de, yanlış ve yetersizlikleri eleştirerek tavır alıp fikir ve çözüm üretmek olmalıdır. Bu yaklaşımı bir yaşam biçimi olarak içselleştirebilen yazar-çizerler, düşünce insanları, karanlıklarda insanlara ışık olabilecek değerlerdir. Üçleme’de, yazarın kendi özelinde sorguladığı sosyal, kültürel ve toplumsal yaşamı kısa yaşanmışlıklarla bu aydın özelliğe uygun olarak dile getirdiğine tanık oluyoruz. Örneğin; bunlardan biri olan “Dolun Ayda Açılır Zeytuni Gözler” anlatısında geçen “yeşil gözler” metaforu, sadece küçük bir çocuğa psikolojik travma yaşatan bir enstantane olmaktan öte aynı zamanda günün toplumsal psikolojisini ve ruh hâlini anlatan büyük bir resim gibi karşımızda durmaktadır. Bir de bu “şiddet sarmalında” anlatılan hikayede, binyıllardır süren geleneksel yaşamdaki aile yapısı hiyerarşisi ve sosyal aidiyeti, aile bireylerinin sorumluluk ve yükümlülükleriyle aile ve toplum yaşamı anlatılmakta, modern yaşam ilişkilerinin dayatmasıyla kaybolmakta olan kültürel değerlerden bir fotoğrafı geleceğe not düşer özgünlüktedir.
Sonuç olarak aydın bir dimağın ilk adımdan itibaren inişli çıkışlı bir süreçteki olgunlaşmasını ve gelişimini gözlemlerken, yanı sıra emekle yoğrulmuş toplumsal resimler içeren kültürel bir eserin üretilmiş olması önemli ve değerlidir. Bu gibi değerler, ilgi’lilerin sahiplenmesiyle orantılı bir şekilde anlam kazandırır, değer kazanır ve geleceği aydınlatmada önmeli rol oynar.
Yazar: Metin AYDIN