BARIŞ ELÇİLERİ (2)
“İslâm”, barış demektir. Allah’ın güzel isimlerinden biri de barış anlamına gelen “Selâm”dır. Yüce Allah cennete “Darü’s-selâm” yani “Güvenlik ve Barış Yurdu” adını vermiş ve kullarını kesin bir dille barış yurduna çağırmıştır. (Bakara 2/208, Yûnus 10/25.) Kur’ân-ı Kerîm’de barışı tavsiye eden yaklaşık 150 âyet mevcuttur.
Müslümanların birbiri üzerindeki haklarından birisi barış anlamına gelen selâmdır. (Buhârî, Cenâiz, 2, II/70) Bundan dolayı müslümanlar her karşılaştıkları ve ayrıldıkları zaman “Selâmün aleyküm” diyerek selâm verir “ve aleyküm selâm” diyerek selâmı alırlar. Selâm kelimesini kullanarak selâmlaşma sadece iki kişi arasında olan bir diyalog olmanın ötesinde, iyi bir kul olmanın da gereğidir.
“Selâm”, dünyayı geçip âhirete uzanmanın yanında cennete girmeye hak kazandıran güzel amellerin başında gelir. Barış yurdunu ancak barışı hayat tarzı haline getirenler kazanabilir. Yüce Mevlâ cennete girecek olan takvâ sahibi kullarının, barışı simgeleyen selâm sözüyle selâmlanarak karşılanacaklarını bildirmiştir. (Nahl 16/32, Hicr 15/45, 46) Dünyada olduğu gibi cennettekiler de birbirlerine “Selâm” kelimesini kullanarak selâmlaşacaklardır. Nitekim Yüce Allah, kendisine kavuşanlara bir iltifat olarak “selâm” der. (Ahzâb 33/44)
“Barış” bir Müslüman’ın sosyal hayatı başta olmak üzere bütün hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. İslam asla çatışmayı körükleyen, savaşı gaye edinen bir din değil; bilakis bütün kâinata barış getirmeyi ve barışı hâkim kılmayı amaç edinen bir dindir. İslam bir barış projesidir. Müslümanların da kendisiyle, çevresiyle ve bütün yaratılanlarla barışık birer BARIŞ ELÇİLERİ olduğunu söylesek yeridir. Bu elçiler, hiç kimseye düşmanlık yapmadığı gibi tüm insanlar arasında barışın sağlanması için de gayret gösterirler.
Altmış küsur yıl süren hayatı boyunca daima barış ve uzlaşma yanlısı bir tavır sergileyen Hz. Muhammed (s.a.s.), henüz peygamber olmadan önce adalet ve barışı temin etmek için kurulan Hılfu’l-Fudûl adlı teşkilata katılmıştır.
İslâm’da barış esastır. Barışın temini ve devamı için hak, hukuk, eşitlik ve adalete riayet etme; güzel ahlaka sahip olma, güzel muamelede bulunma; inanç, ibadet, düşünce ve ifade özgürlüğü; şefkatli, merhametli ve affedici olma; her türlü iyiliği yapmanın yanında küfrü, fıskı, isyanı, zulmü, zorbalığı, haksızlığı, her türlü bozgunculuğu ve kötülüğü yapmama gibi önemli temel kurallar getirmiştir.
Bütün insanların barış içerisinde yaşamalarını isteyen İslam dini, son çare olarak müslümanların kendilerini, dinini ve yurtlarını korumak için düşmanlarına karşı Allah yolunda savaşmasını emreder. (Bakara 2/190-193) İslâm savaşta kadın ve çocukların, ihtiyarların, savaşmayanların, hizmetçilerin, din adamlarının öldürülmesini; ağaçların, ekili-dikili arazinin ve mabetlerin tahribini şiddetle yasaklar.
İslâm’daki savaşın asıl amacı; İslâm dinini insanlara zorla kabul ettirmek, onlara üstünlük sağlamak, başkalarının topraklarına, yer altı yer üstü kaynaklarına el koymak ve ganimet elde etmek gibi hususlar değildir. Ayrıca sırf ırkçılık yapmak, insanları sömürmek, başkalarına zulmetmek, suçsuz müslümanları ve kendisiyle savaşmayan masum insanları öldürmek de değildir. Cihadın asıl gayesi; müslümanlara zulmedenlere ve saldıranlara karşı Müminleri savunmak ve dini tebliğ görevinin önündeki engelleri kaldırmaktır.
Müslümanların asırlarca, adalet, kardeşlik, huzur, barış ve güven içerisinde yönettiği topraklarda bugün sevginin, merhametin, güvenin, emanın, barışın ve huzurun yerine korkunun, şiddetin, savaşın, kanın ve gözyaşının hüküm sürdüğü bir İslam coğrafyası yüreklerimizi yakıyor ve dağlıyor. Bundan dolayı bir türlü önlenemeyen etnik ayrımcılık ve ırkçılık, sömürü arzusu ve bunlardan kaynaklanan nefret, şiddet, acımasızlık, katliam ve vahşetler artık sona ermelidir.
Kan ve gözyaşları eksik olmayan, feryatları dinmeyen, her tarafından barut kokusu yayılan, bomba sesleri yükselen, ölüm püsküren, yakılan, yıkılan ve yok edilmeye çalışılan bir gönül coğrafyamız ve dünyamız var.
Coğrafyamızda barışı temin etmenin yolu; mezhep, meşrep, dil, renk ve ırk ayrımcılığı yapmaktan değil; kardeş olmaktan, sevmekten, hoş görmekten, affetmekten, paylaşmaktan ve İslâm’ın emir ve yasaklarına uyan birer BARIŞ ELÇİ’si olmaktan geçtiğini de söylemek durumundayız.
Sahi! Sizler barış elçileri misiniz?
Kemal Kahraman
07.09.2024