İNSANLIĞIN VAZGEÇİLMEZ ORTAK DEĞERİ
İnsanlar adâleti o kadar çok seviyorlar ki kız çocuklarına Adâlet, erkek çocuklarına Âdil ismini veriyorlar. Adâlet için şarkılar besteleyip söylüyorlar; yazılar, kitaplar yazıyorlar; adâlet için salonlarda, meydanlarda, meclislerde konferanslar veriyorlar. Adâlet için yürüyüşler tertip ediyorlar, devâsâ adâlet sarayları inşâ edip adâlet için dernekler, cemiyetler ve partiler kuruyorlar. Ama herkesin en çok arzuladığı, istediği, hasretini çektiği ve bir ömür boyu beklediği adâlet bir türlü gel(e)miyor ne yazık ki.
Adâlet niçin gel(e)miyor? diye kendi kendime soruyorum. Sonra acaba diyorum; herkes adâletin kendi kendine gelmesini beklediği için mi gelmiyor, yoksa herkes adâleti sadece kendisine istediği için mi gelmiyor. Ya da adâleti en çok isteyen ve adâlete en çok ihtiyacı olan fakirler, mazlumlar, biçareler, zayıflar çocuklar, kadınlar ve gençler olduğu için mi adâlet gelmiyor veyahut bu saydıklarım büyüyünce, güçlenince ve yönetince artık adâleti istemedikleri için mi özlenen, beklenen ve arzulanan adâlet bir türlü gelmiyor. Kim bilir, belki adâlet uğruna her şeyini feda eden âdil kral Nuşirevânlar bugün olmadığı içindir. Belki de Hz. Ömer’in ölmesiyle beraber o gün adâlet de öldüğü içindir.
Bir türlü gel(e)meyen ve kavuşul(a)mayan fakat her zaman ve her yerde herkesin ihtiyaç duyduğu adâlet, insanlığın vazgeçilmez ortak değeridir. Bunun için insanlar adâletin bir yerlerden gelmesini, birilerinin getirmesini beklememeli çünkü şimdiye kadar gerçek adâletin bir yerden veya birilerinden geldiği hiçbir zaman vaki olmamıştır. Hiç kimse adâlet için ne Hz. Ömer’i ne de başka birilerini beklemeli, zira gelmeyecek. Yapılacak şey de bellidir: Ömer gibi olmak…
Şu gerçek bilinmelidir ki insanlar imanlı, ahlaklı, vicdanlı veya merhametli davranmadıkları sürece adâlet, haksızlığın, zorbalığın ve acımasızlığın zalim ellerinde can çekişmeye devam edecektir. Muktedirler eğer âdil bir sistem kurmak ve kaynakları adâletli bir şekilde paylaşmak yerine güç ve imkânları kendilerinin veya başkalarının çıkarlarına göre kullanmaya devam ederlerse hiçbir zaman birlik ve beraberlik, dirlik ve düzen, güvenlik, kalkınma, ilerleme ve refah olmayacaktır. Kardeşlik edebiyatı ve türküleri fayda vermeyecektir. Barış, huzur, güven ortamı ve en önemlisi de Allah’ın rahmeti hiç olmayacaktır. Zaten dünyadaki tartışmaların, dövüşlerin, savaşların; ailevi sorunların, sosyal, siyasal ve ekonomik bunalımların temel sebeplerinden en önemlisi adâletsizlik değil midir?
İnsanın imanı tevhittir. Devletin imanı adâlet, adâletin dini ahlaktır ve devletler bu imanla ayakta dururlar. Bu sebeple her güç, kuvvet ve iktidâr; hak, hukuk ve adâlet ölçülerine riâyet etmek zorundadır. Nitekim Hz. Ebu Bekir: “Kuvvete dayanmayan adâlet âcizdir. Adâlete dayanmayan kuvvet ise zâlimdir.” derken Nizamülmülk de, “Mülk küfr ile âbad olur, zulm ile âbâd olmaz!” sözüyle devlet ve milletlerin zulüm ile yıkılacağını ifâde etmiştir. Timurlenk de “Ülkeler kılıçla alınır, ancak adâletle korunur.” demiştir.
Allah, Nahl 90. âyette, adâletle hükmetmeyi emrederken, Efendimiz de; bir saat adâletle hükmetmenin yetmiş yıllık nafile ibadete bedel olduğunu haber vermiş. ‘’Adâlet güzeldir fakat devlet büyüklerinde olsa daha da güzeldir.’’ hadisiyle de güzelliğe ulaşmanın adâlet emanetçilerinin boyunlarının borcu olduğunu belirtmiştir.
Rahman, rahmeti kendine (En’am 6/54), adâleti ise insana vacip kılmış (Mâide 5/8) ve adil olanları sevdiğini belirtmiştir. (Hucurât 48/9, Mâide 5/42) Adâlet, mümince duruşun ameldeki karşılığıdır. Adâletin gerçekleşmesinde davacı ile davalının, mağdur ile haksızlık yapanın dili, ırkı, rengi, inancı, siyasal fikri, toplumsal konumu, malı mülkü, soyu sopu, yakınlığı veya uzaklığı belirleyici kriterler değildir. Çünkü adâletin kıstası hakkaniyettir; kişilere ve şartlara göre değişmez. Bundan dolayı hükmederken, her şeyden çok sevdiğimiz evladımızın, anne-babamızın, kardeşimizin, akrabamızın, komşumuzun, eşimizin ve dostumuzun aleyhlerinde bile olsa imanımızın bir gereği olarak adâletten sapamayız, sapmamalıyız. (Maide 5/8-9).
Adâlet için hiçbir şey yapmayanların adâletsizlikten şikâyet etmeye hakları yoktur. İsterseniz kendimize soralım: Acaba adâlet için ne yaptık ve ne kadar âdiliz?
Genelde insanların özelde de Müslümanların önce ailede sonra da yargıda, ticarette, yönetimde, toplumda, sözleşmelerde, miras taksiminde, şâhitlikte ve yetimlerin haklarını korumada dosdoğru olmaları, adâletli söz söylemeleri (En‘âm 6/152) ve neticede adâletsizliğin karanlığında kıvranan günümüz dünyasına inat, her türlü iş ve işlemlerinde âdil olmaları gerekir.
Sahi! Siz âdil misiniz?
Kemal Kahraman
20.09.2024
Beklenen adalet elbet bir gün gelir biz adalet için çalışmaya devam edelim